31 Ocak 2012 Salı

Erkekler neden aldatır?


Aslında bu konunun başlığına "Erkekler ve Kadınlar neden aldatır?" yazacaktım ama vazgeçtim, çünkü kadınların aldatma sebepleri çok az, o yüzden onu bir paragrafta geçeceğim. Burada asıl konu erkeklerin kadınlarını neden aldattığı olacak, çünkü onların sebepleri çok ! Dikkat edin bakın, "erkekler aldatır mı?" diye sormuyorum, direkt olarak "erkekler neden aldatır?" diye soruyorum, bunu irdeliyoruz şimdi. Önce kadınlarla başlayalım, dedim ya, kısa olacak merak etmeyin..

Bir kadının erkeğini aldatmasının sebepleri çok azdır; erkeğinin onu aldattığını öğrenir ve ondan intikam almak için aldatır, ilişkileri artık çok kötüdür ve ayrılma noktasına gelmiştir ama bu durumda bile zar zor aldatır, çok kafayı bulur ve farkına varmadan istem dışı aldatır, pek azı ise seks manyağıdır o yüzden aldatır. Bu son söylediğimin normal kadınlara oranı sanırım milyonda bir'dir, o yüzden çok fazla kaale almayınız. Gelelim şimdi asıl konuya..

Bir erkek kadınını niçin aldatır? Öncelikle bayanlar şunu bilmelisiniz ki her erkek sizi aldatır veya aldatabilir, o potansiyel kendisinde her zaman vardır, çünkü erkek "çok eşliliği" sever, tek bir dişiye bağlanmak penguenler gibi pek az hayvan ırkında görülür ! Oysaki erkek denen insanoğlu tek kadınla yapamaz, ama aynı anda ama farklı anlarda canı her zaman birilerini çeker, kendine hakim olamaz, kafasından bu düşünceyi atamaz. Bazıları daha dirayetlidir, kadınını başka bir kadınla reel olarak yatarak aldatmayabilir ama aklında her zaman başka kadınlar olacaktır, çeşitli fanteziler geçecektir kafasından, hatta sizinle sevişirken dahi bir başka kadını düşünecektir, mesela Anjelina Jolie gibi, mesela Megan Fox gibi. Hadi bu sadece "sanal" olarak başkasıyla yatmayı düşünen adamlar neyse, onlar yeterince sadık ve dediğim gibi dirayetlidirler, uçkurlarına sahip olabilirler, en azından çok zorlarlar kendilerine sahip olabilmek için. Ama bunlar o kadar az ki, piyasada bunlardan bir tane bulur ve kafeslerseniz kendinizi şanslı sayın !

Gelelim diğerlerine, yani yaklaşık %99'una.. Yukarıda bahsettiğimiz gibi erkekler çok eşliliği severler, her zaman için akıllarında dünyadaki tüm güzel kadınlarla beraber olma fikri yatar (bakınız: Kadını yatağa atmak). Hadi tüm güzeller olmasa bile orta güzeller, onlarda olmadı az güzeller, o da olmadı idare ederler, yada en son artık kese kağıdı... Ve erkek her zaman için elinde olmayanı ister, mesela eşi veya sevgilisi esmer ise sarışını ister, sarışın ise kumral ister, kumral ise kızılı ister. Eşi veya sevgilisi ufak göğüslü ise iri göğüslüsünü ister, geniş kalçalı ise dar kalçalısını ister, kısa ise uzununu ister, iri ise minyonunu ister. Her zaman daha şehvetlisini ister, daha fazlasını ister, daha fazla fantezilere açık olanını ister, ister oğlu ister... Bu istekler hiç bitmez. Yani işin özü "erkek ister", işte bu kadar.

Peki hadi anladık, erkek hep ister, ama niçin aldatır? Ona da bakalım:

- Birinci sebep "hep ister" dedik, ama hep değişik birini ister, farklı ister. Yani her gün yemekte kapuska yenmez, bayar. Bu kısmını iyice anladığınızı var sayıyorum.
- Kendisine kuyruk sallayan bir dişi bulunca aldatır.
- Karı dırdırından bıkmıştır, az konuşan ve vır-vır yapmayan, bağırıp çağırmayan birini bulunca aldatır (bakınız: Karı dır dırı).
- Kafasını göğsüne yaslayıp mutluluk göz yaşları döken, ama zırt pırt sulu göz ağlamayan birini bulduğunda aldatır.
- Eşinden veya sevgilisinden bulamadığı şefkati, huzuru, şuhluğu, fantezilere açıklığı bulduğu biriyle aldatır.
- Çoluk-çocuğa karıştıktan sonra aldatır.
- Canı seks istediği zaman aldatır.
- Canı grup seks istediği zaman aldatır.
- Ne zaman isterse o zaman aldatır.

Evet, görüldüğü üzere erkeğin kadınını aldatması için bir çok sebebi olabilir, ve bu sebepler çok komplike değildir, özünde genelde "seks" vardır. Çünkü erkek beyni böyle çalışır, hayatı bunun üzerine kurulmuştur, ergenliğinden ve gençliğinden beri arkadaşları arasında "en büyük benimki (bakınız: Seninki kaç santim?), en çok kızla ben yattım, en azından 200 kadını becermişimdir" vs gibi bir sidik yarışıyla büyür ve gelişir. "Yattım" dediği bir çok kızla el ele dahi tutuşmamıştır belki ama etrafa karşı atar tutar, çünkü çok kadınla yatmak onun için bir prestijdir, arkadaşları arasında önemli biri olur, sürünün "alfa" erkeği olur, damızlık boğası olur. Tabii ki o kendini öyle hisseder, aslında belki de bir zavallıdır, ama o mutludur, çünkü hep yatar...

SMS faciası

Evet, kulağa biraz garip geliyor başlık. Ama düşünün bir: biriyle ilişkiniz var, karı-koca veya sevgili, her neyse... Gayet iyi gidiyor, bir sorun yok, ya da her zamanki gibi normal diyelim. Bir gün akşam saatlerinde salonda oturup beraber televizyon seyrediyorsunuz, birden bire eşinizin telefonu ötüyor "bip bip".. Mesaj geldi. Eşiniz cep telefonunu alıyor ve mesajı okuyor, ama birden suratı değişiyor, o fark ettirmedi belki ama siz fark ediyorsunuz, ne de olsa yıllardır kendisini çok iyi tanıyorsunuz, bir gariplik olduğunu hissedersiniz. Hem zaten bu saatte kim mesaj atar ki? Eşiniz sizden biraz uzaklaşıp mesajı okuyor ve çabucak siliyor, telefonunu yerine koyuyor. Siz de soruyorsunuz: "aşkım, kimmiş o bu saatte?", aldığınız cevap "hiiçç, işten bir arkadaşım, yarına bir dosyayı unutmamamı istemiş, şimdi aklına gelmiş".. Peki dediniz, olabilir tabi, ne de olsa eşinizin önemli bir işi var, ofisteki densizin de bu saatte aklına gelmiş, yapacak bir şey yok..

Aradan bir kaç gün geçiyor, yine gece vakti "bip bip", haydaaa, yine mi? Eşiniz yine hızlıca telefonu alıp mesajı okudu ve silip kapattı. Bu sefer de ofiste acil bir durum olmuş, patron yarınki toplantıya çağırıyor. E peki, ne de olsa patrondur, istediği saatte elemanını arayıp iş kasabilir. Bu da bitti.

Bir kaç gün sonra yine bir "bip bip", daha sonra yine.. Artık mesaj gönderme aralıkları sıklaştı, neredeyse gün aşırı hatta her gece geliyor. İyice kıllanmaya başladınız bu işten, her seferinde de ya iş ile alakalı bir problem yada eşinizin kardeşinin başına gelen bir şey.. E iyide her seferinde eşinizin suratı ve hareketleri bu kadar değişir mi? Hem neden hemen mesajı okuyup siliyor ki, ben olsam bırakırım mesajı sonra unutursam falan tekrar bakıp hatırlarım. Bu işte bir gariplik var, Allah Allah...

Yine bir akşam salonda oturuyorsunuz, eşiniz o sırada duş almaya gitmiş, ofisten biraz yorgun gelmiş. O sırada yine "bip bip", ahaaa işte yine bir SMS geldi. Bu sefer içiniz içinizi yiyor meraktan, acaba şu mesajı bir okusam mı? Ama yok, olmaz, sonra mesajın okunduğunu eşim anlar.. Ama dur yahu, okurum silerim, karşı taraftaki sonra "ne oldu benim mesajı almadın mı?" diye sorarsa eşimde "hayır almadım" der, e olabilir yani sms'ler bazen ulaşmayabiliyor.. E hadi o zaman, hadi bismillah, hızlıca bir bakayım şu telefona.. Eşinizin cep telefonunu alıyorsunuz, yeni mesajın üzerine tıklayıp okuyorsunuz mesajı: "dün akşam harikaydın".. Gönderen Berna.. Dınnkkk !! Telefonu elinizden düşürme sesi bu, yada beyninizden aşağı inen kaynar sular.. Şaka gibi, nasıl yani, eşiniz Berna denen bu şıllıkla ne yaptı?? Niçin sizin üzerinize gül kokladı, bunu nasıl yapabilir? Niçin, niçin, niçin?? (bakınız: Erkekler neden aldatır?)

Az sonra eşiniz duştan çıkar salona döner, hiç bir şeyden haberi yoktur tabi. Ama siz ağlamaktasınızdır, gözlerinizden sinir ve üzüntü yaşları akmaktadır. Eşiniz size sorar "ne oldu canım, neden ağlıyorsun, hayrola?".. O anda ne cevap vereceğinizi şaşırırsınız, acaba gerçeği söyleyip hesap mı sormak lazım yoksa çaktırmadan devam edip onları suç üstü mü yakalamak lazım? Acaba ne yapsam diye hızlıca bir düşündükten sonra, "yok canım bir şey, televizyondaki dizide çocuk çok hastalandı ve öldü ona üzülüyorum" deyip geçersiniz, ama dişlerinizi sıkarak. Eşinizde size "amaaann, şu üzüldüğün şeye bak, ben de bir şey oldu zannettim" der ve olay şimdilik burada kapanır. Ama sizin içinize kurt düşmüştür, eşiniz sizi aldatıyordur sizce, ona bunun hesabını sormak için planlar yaparsınız. Eşiniz "hadi artık yatalım" dediğinde siz "sen git, ben biraz daha TV seyredeceğim" dersiniz çünkü o aşağılık adamla aynı yatağa girmek istemezsiniz, ne de olsa o Berna denen şıllıkla beraber olmuştur, onun kokusunu duymak istemiyorsunuzdur. Ve o akşam salonda uyursunuz, ertesi sabah eşiniz sorduğunda ise "burada uyuyup kalmışım" dersiniz, o da işine gider.

Artık planlarınızı yapmaya başlarsınız, onları suç üstü yakalamak sizin için bir görev olmuştur. Bir kaç gün sonra eşiniz telefonla sizi arayıp akşama önemli bir iş yemeği olduğunu, patronla beraber yemeğe çıkacaklarını ve dolayısıyla geç geleceğini söyler, hemde Reina yada Suada'da. Yani hem yemek hem gece kulübü. Tam da mekanı o şıllıkla buluşması için, işte bu da sizin için bulunmaz fırsat..

Gece olur, tüm cesaretinizi toplayıp o gece kulübüne gidersiniz gece yarısı civarı. Eminsinizdir eşinizi o kadının kollarında yakalayacağınıza. Zaten başka ne olabilir ki? Yani kesin aldatıyor sizi.. Mekana girersiniz, loş karanlıkta gözünüz eşinizi arar, ve içgüdüsel olarak hep birbirine sarılan yada öpüşen çiftlere bakarsınız, çünkü muhakkak eşinizde şu anda aynı durumdadır. Biraz barda dolaşırsınız, bir de bakarsınız köşede ufak bir bar masasının orada eşiniz, yanında da bir sarışın afet ! Aman Allahım, bu ne? Ne yapacağım şimdi diye hayıflanıp, tekrar cesaretinizi toplayıp büyük bir hışımla eşinizin arkasından gidip omuzuna tıklayıp size dönünce de bir tokat atarsınız, çünkü artık gözünüz dönmüştür. Eşiniz şoke olur, etraftaki insanlar şoke olur, kimse ne olduğunu anlamamıştır. Ama siz eminsinizdir her şeyden, o SMS mesajından bahsedersiniz biraz buruk biraz da ağlamaklı olarak. O sırada bir kaç kişi daha gelir eşinizin yanına, iş arkadaşları ve patronu, tuvalete gitmişlerdir yeni dönüyorlardır masaya. Siz ne olduğunu anlamaya çalışırken eşiniz durumu anlatır, meğerse eşiniz hakikaten de patronu ve iş arkadaşları ile önemli bir yemektedir, o sarışın bomba ise yan masadaki bir beyefendinin eşidir, yani sizinkiyle alakası yoktur, o sırada yan yana denk gelmişlerdir çünkü mekan çok kalabalıktır. SMS'i yollayan Berna ise bir "şıllık" değil bir erkek ismidir, o da eşinizin iş yerinden arkadaşıdır, ve o mesajda bir gün önce akşam üstü ofisteki sunumdan bahsetmektedir, eşiniz patrona harika bir sunum yapmıştır ve tüm iş arkadaşlarının, Berna dahil olmak üzere, beğenisini ve sempatisini kazanmıştır !

Aman Allah'ım, siz ne yaptınız? Millete rezil olmak mı dersin, eşinizi küçük düşürmek mi dersin, ona güvenmeyerek kepazelik mi çıkartmak dersin? Ne dersen de, artık siz "kıskanç, manyak" birisinizdir, "vah zavallı adama" diye düşünür arkadaşları. Ve sizde kendinizi yiyip bitirirsiniz. Daha sonra bu ilişkiden bir hayır gelir mi? Belki gelir belki gelmez, belki eşiniz artık size olan saygısını kaybedecektir çünkü onu yapmadığı bir şeyle itham etmiş ve üstelik rezil etmişsinizdir. Yada belki de, nasıl bir erkek olduğuna bağlı, ilişkiye devam eder ve bundan sonra yapacağı veya yapabileceği ufak kaçamaklara kılıf hazırlar, artık sizden korkmasına gerek yoktur.

Velhasıl, siz siz olun eşinizin cebine gelen her SMS mesajından kıllanmayın. Tabii ki gözünüz üzerinde olsun, neme lazım, ama paranoyak olmayın ve bir şeyden yüzde bin emin olmadığınız sürece harekette bulunmayın.

Hayatımız yalan !

İnsanlar ne çok yalan söyler değil mi? Hemen hemen her günümüz ufakta olsa bir yalan söyleyerek yada bir çok yalan duyarak geçer. Mesela küçükken anne babamız işten eve geldiklerinde "biz yokken yaramazlık yaptın mı?" diye sorduğunda "hayır" deriz, hep uslu çocuk olmuşuzdur - hesapta -. Okulda sınavlarda kopya çekmemişizdir, okulu keyif için kırıp arkadaşlarımızla Beyoğlu'na gezmeye yada okey oynamaya cafe'ye gitmemişizdir. Biraz daha büyüyüp ergen olduğumuzda, ve evi boş bulduğumuzda, eve hiç erkek yada kız arkadaşımızı atıp oynaşmamış yada sevişmemişizdir (bakınız: Kadını yatağa atmak), asla bol alkolle kafayı bulup sonra pişman olacağımız bir şeyler yapmamışızdır. Biraz daha büyüyüp iş hayatına başladığımızda, patronumuzun bizden hazırlamamızı istediği dosyaları bir takım sebepler öne sürerek - karım / çocuğum hastaydı vs gibi - geciktirmişizdir.

Bir erkekle yada kadınla ilişki başladığında ise asıl yalanlar başlamıştır, bazıları beyaz, bazıları gri, bazıları ise kara yalanlar. İlişkinin başında bir çok "beyaz" yalan vardır: "sen hayatımın kadınısın / erkeğisin, seninle çok mutlu olacağız, yatakta harikasın, çok zengin olacağız, annemde seni çok seviyor, ne istersen yaparım, kulun kölen olurum" vs gibi beyaz yalanlar bunlar. Sonra ilişki başlar ve bazı "gri" yalanlar başlar: "aşkım, benim akşama patronla toplantım var" diyen bir sevgili yada koca büyük bir ihtimalle erkek arkadaşlarıyla içmeye gidiyordur. "Aşkım, ben bugün anneme gidiyorum beni çok özlemiş" diyen kadın ise büyük bir ihtimalle o çok beğendiği ama parası yüzünden size bir türlü söyleyemediği bilmem ne marka çantayı satın almaya gidiyordur. Bunlar hep gri yalan.

Peki ya "kara" yalanlar ne zaman başlar? Tabii ki ilişkiler ilerleyip rutinleştiği zaman. Çünkü o zaman insan bir değişiklik arar, nasılsa erkeğini yada kadınını elde etmiştir artık, o ceptedir, uğraşmasına gerek yoktur. Oysaki dışarıda elde edilecek daha pek çok kadın ve erkek vardır, illa da seks yapmak için değil, maksat gönül eğlendirmek veya bir heyecan olsun diye. Bazılarına göre bu normaldir, yani uzun birliktelikte veya evlilikte artık ilişkiler törpülenmiştir, artık ne doğru düzgün seks kalmıştır (bakınız: Seks mi, o da ne?) ne de fantaziler. Oysaki fantezi (bakınız: Fantezilerimiz) çok önemlidir bir ilişkide, bence yani... Çünkü o fantaziler, iyi veya kötü, ilişkiyi canlı tutar, değişik tutar, heyecan verir, karşınızdaki partnerinizin farklı kişiliklere bürünmesini ve dolayısı ile sizin sıkılmanızı önler. Ama gel görki ilişki uzadıkça artık fantazilerde tükenmekte yada onları düşünmeye dahi mecalimiz kalmamaktadır. Bu yüzden de insanın gözü dışarıdakilere kayabilir ! Yeni bir heyecan yaşamak ve adrenalin salgılamak için, yada artık evde bulamadığı huzuru kısa sürelide olsa dışardakinden bulmayı umduğu için, yada sadece "pure sex" için...

Her neyse, nedir bu "kara" yalanlar? Mesela erkek "bu akşam yabancı ortaklarla çok önemli bir iş yemeğine gidiyorum, geç gelirim" derse büyük bir ihtimalle arkadaşları ile bir pavyona gidecek, orada bol bol içecek, hatta belkide gözü dönüp bir "kaçak et" kesecektir (bakınız: Erkekler neden aldatır?) Sonrada üstünü başını toparlayıp geç saatte eve dönecek ve çaktırmadan hemen duşa girip temizlenecek ve yatacaktır. Kadın ise "bu akşam Ayşen'lerde kalıp pijama partisi yapacağız" dediğinde Ayşen ve diğer arkadaşları ile bir bara gidecekler kız kıza, orada diğer erkeklere kur yapacaklar, yatmasalar dahi o kısa süreli ve yasak birliktelikten zevk alacaklardır. Yada belki de yatacaktır, "nasılsa büyük bir ihtimalle eşim beni aldatmıştır, ben de bi kere yapsam ne olur?" diye düşünecektir. Kimbilir, o anki ruh haline ve ne kadar içtiğine bağlıdır, vede o kız arkadaşlarının kendisini ne kadar yoldan çıkartacağına...

Evet, hayatımız ve dünyamız yalanlar üzerine kurulu. Bazıları zararsız bazıları ise zararlı yalanlar. Peki ilişkideki bu zararlı yalanlardan nasıl kurtulabiliriz, bunları nasıl engelleyebiliriz, yada engelleyebilir miyiz? Bence çok zor ! İnsanın aklına koyduğu bir şeyi vaz geçirmek çok zordur, hele hele erkeklerde bu daha bir tavan yapmıştır, çünkü toplumda "erkektir yapar" mantığı hüküm sürer, eğer erkek eşini aldatırsa "elinin kiri" olur, kadın eşini aldatırsa "orospu" olur. Kimin için ne kadar önemlidir bilinmez ama, bence her iki tarafında haklı gerekçeleri olabilir yalan söylemekte, sonuçta her şey ak ve kara değildir, arada gri alanlarda vardır, ve bizler bazen "gri" alanda sürüncemede kaldığımızda "kara" yalanlar söyleyebiliriz.

Erkek odun mudur?

Bu sorunun 3 cevabı olabilir, değil mi? "Evet" - "Hayır" - "Biraz". Ama üç cevabı yok, kimin açısından baktığına bağlı. Kadınlara göre cevaplar "Evet" - "Çoğunlukla" (yani = Evet), erkeklere göre ise "Hayır" - "Bazen" (yani = Hayır). Demek ki bu sorunun tek bir cevabı varmış, o da kimin söylediğine bakarmış. Acaba hakikaten erkekler odun veya öküz mü? Yoksa kadınlar abartıyorlar mı her zamanki gibi? Bakalım bakalım...

Erkek: adı üstünde, erkek !! Yani sert, acımasız, vurdumduymaz, delikanlı, duygusuz, kaba, vs vs. Acaba hakikaten de öyle mi, yani tüm erkekler kaba-saba, ne yaptığını bilmeyen, yontulmamış tipler mi? Bir erkek kadınını niye anlamaz, hele hele kendi kadınını, yani eşini? O kadar kaz kafalı mıdır? Hiç sanmam. Tabi ki her ırk ve cinste olduğu gibi erkeklerinde içinde muhakkak kalas olanları vardır, ama bu onların suçu mudur? Yetiştikleri ortam ve şartlar onu böyle yapmış olabilir mi? Mesela bizim gibi toplumlarda bir takım işler erkeğin sırtına yüklenmiştir: büyük adam ol, çok para kazan, evini geçindir, çocuklarının geleceğini garantiye al, karına iyi bak, yatırım yap vs gibi. Bu tip sorumlulukları kendine görev edinen erkek öncelikle büyük adam olmak için etrafındaki rakiplerini ezmek zorundadır, iş hayatından bahsediyorum. Çok para kazanmak için çok çalışmak, dolayısıyla meslekdaşlarına göre veya iş arkadaşlarına göre daha iyi olmak zorundadır. Malumunuz üzere dünyadaki ekonomilerde, tıpkı bizdeki gibi, belli bir "reel" para miktarı vardır, diyelim 100 lira. Bu yüz lira o ülkede yaşayan 100 kişiye eşit miktarda dağıtılmış olsun, yani herkesin 1 lirası var diyelim. Eğer siz çok para kazanmak isterseniz, diyelim ki 5 lira, diğer insanların fakirleşmesi gerekir, yani bazıları para kaybeder bazıları ise o kaybedilen paraları kazanır. Bu demektir ki zenginleşen kişi diğer insanları ezmek zorundadır, yani iş hayatında sert olmak zorundadır, başkalarına acırsa para kazanamayacak yani evini tam geçindiremeyecek ve dolayısıyla ailenin geleceğini garantiye alamayacaktır.

Sonra birde askerlik yapar erkek, orada da sert olması gerekir, silah kullanması veya kullanmayı bilmesi gerekir, çünkü her hangi bir nahoş durumda belki de karşısındaki insanı öldürmesi gerekecektir. Ayrıca, maalesef günümüz dünyasında "yumuşak" olarak bir şey elde etmek hakikaten çok zordur, çünkü tüm dünya materyalist olmuştur. O filmlerde gördüğümüz "yazık, ayıp, ama olmaz ki, vicdanım el vermez" vs gibi söylemler tarihin sayfalarına gömülmektedir gittikçe. Kısacası "erkek" her zaman "erkek" olmak zorundadır, hem de daha sertinden, hem de daha duygusuzundan.

Peki bu şartlar altında ilişkide erkek neden "odundur" diye düşünür mü kadınlar? Tabii ki "Hayır".. Kadınlar birer çiçektir, çok narinlerdir, onlarsız erkekler yapamaz, tıpkı erkeksiz kadınların yapamayacağı gibi. Ama kadın bunu düşünmez, çünkü o anasından bebeklikten beri hep nazik ve yumuşak bir biçimde eğitilmiş ve büyütülmüştür, her zaman küçük prenses olmuştur. Büyüdükçe, daha doğrusu erkeklerle iletişime girdikçe onların kendisine anası gibi davranmasını bekler, çok iyi bakmasını ister, çünkü o annesinin "prensesidir". Bir restorana gidince veya arabadan inerken kapısının erkek tarafından açılmasını ister, özel günlerde gül veya çiçek bekler sevgilisinden veya kocasından, kendisine güzel sözler fısıldanmasını ister, nazik bir masaj, iki tatlı söz bekler.. Beklerde bekler. Aslında genelde ilişkilerin ilk başında erkek nispeten bu beklentilere karşılık verir, ama sonrasında artık bu beklentiler artmıştır çünkü belki de çocuklarınız olmuştur ve baba, anne kadar çocuklarla ilgilenemiyor / ilgilenmiyordur, işleri vardır, toplantıları vardır, elinden pek fazla ev işi gelmiyordur falan filan, zaten bir babanın annenin yerini tutması beklenemez ama bunun kadın için önemi yoktur, erkek onu da yapmalıdır. Artık karı - koca olmalarına rağmen her sevgililer gününde erkek karısını muhakkak yemeğe çıkartmalı, ona gül almalıdır, almazsa kadın bozulur. Bozulursa ne mi olur? Hayat erkeğe zindan olur (bakınız: Karı dır dırı).

Bu durumda erkek kadının gözünde gittikçe "odun" olur, hem de yontulmamış olanından.. Kadın, erkeğin kendisini anlamamasından ve artık mutlu edememesinden şikayet etmektedir. Erkek te kendisine bu kadar hakarete anlam verememektedir, çünkü kendisine göre karısını mutlu edebilmek için elinden geleni yapmaktadır (bakınız: Kadını mutlu etmek). Hiç kimse kusurun kendisinde olduğunu görmez, karşısındakinin de bir birey olduğunu fark etmez, her ne kadar karı - koca veya sevgili veya partner olsalar dahi karşı cinsin kendi özel durumu ve karakteri olduğunu düşünmemekte ve onu kendisine benzetmeye çalışmaktadır. Kadına göre erkek "öküz" dür, erkeğe göre ise kadın "manyak" olmuştur artık. Oysaki artık bir "çift" olan bu iki karşı cins birbirinin farklı bireyler olduğunu kabul etmeleri lazımdır, onunla didişip onu kendine benzetmeye çalışmaktansa onunla beraber yan yana yürümeye çalışmalıdır, farklılıklarını kabul ederek... Erkek ile kadın hiç bir zaman "aynı" olmayacaktır, onlar iki "ayrı" bireydir ve birbirlerini çok (veya az çok) sevdikleri için birbiriyle iyi geçinmeye çalışan hakiki bir "çift" olmak zorundadırlar. Aksi takdirde biz bu soruyu daha çoookk sorarız kendimize: erkekler odun mudur değil midir? diye...

Ya başkasına ilgi duyarsam?

Diyelim ki kadınsınız veya erkeksiniz, bir ilişkiniz var, mutlusunuz veya değilsiniz çok önemli değil, sonuçta bir ilişki bu; ya sevgilisiniz yada karı - koca. İlişkiniz normal rotasında aşağı ve yukarı dönemlerinde gidiyor, bazen çok iyisiniz bazen de kötü, bazen de "eh işte", yani ilişkiniz normal rutinde ilerliyor. Eşinizi yada partnerinizi seviyorsunuz, ama illa da "aşk" olmasına gerek yok, diyelim ki sevgiden türemiş bir saygı var artık aranızda. Dedim ya, bir süre geçmiş ve ilişki artık "rutin". Şu ana kadar her şey normal seyrinde, bir çoklarımızın ilişkisi gibi... Arkadaşlarınız da var, ortak arkadaşlar olmuş hepsi artık, nede olsa artık bir "çift" siniz ve genelde hep beraber arkadaşlarla beraber oluyorsunuz bir organizasyon olduğu zamanlarda.

Gel zaman git zaman bir şeyler oluyor, bir başkasına ilgi duymaya başlıyorsunuz, yada belki de onun size ilgi duyduğunu fark ediyorsunuz, hissediyorsunuz. Bu kişi arkadaş çevrenizden biri de olabilir veya dışarıdan da olabilir, çokta mühim değil - yada çok mühim, buna sonra karar vereceğiz/siniz -. Yada hepsi sadece iyi arkadaşlık ilgisi veya anlık bir ilgi ama siz öyle düşünüyorsunuz, çünkü bir elektrik hissettiniz. Önceleri hafif bir elektrik bu, hani şu 9 voltluk kare pillere dilinizi değdirince azcık karıncalanır ya diliniz, onun gibi bir şey. İçinizden "acaba" diye geçiriyorsunuz, "acaba bana ilgi mi duyuyor yoksa ben mi ilgi duyuyorum, yoksa bunlar hüsnü kuruntum mu?" diye sormaya başlıyorsunuz kendinize. Önceleri pek iplemiyorsunuz tabii ki, ama sonradan daha fazla sorgulamaya başlıyorsunuz. Bu arada ilişkiniz normal seyrinde, yani "rutin". Zamanla bu dışarıdan veya arkadaş çevresinden olan kişiyle baya bir ortak yönlerinizin olduğunu fark ediyorsunuz; eğlenmekse eğlenmek, gezmekse gezmek, muhabbetse muhabbet. Yani eşinizle, yani karınız veya kocanızla, ilişkinizin o ilk başlarında yaşadığınız tatlı anlar ve muhabbetleri yine yaşıyorsunuz, ama bu sefer başka biriyle, bir üçüncü kişiyle.

Haydaaa, ne olacak şimdi peki? Bu bir aşk değil, belki sevgi dahi değil, bu sadece bir ilgi, sadece o epeydir unuttuğunuz tatlı hisleri yaşadığınız bir an. Peki güzel ama, ne olacak şimdi? Şüphelendiğiniz ilginin üzerine mi gideceksiniz yoksa "aman boş ver, ben yanlış hissetmişimdir" deyip kapatacak mısınız olayı? Yoksa gül gibi eşinizin üzerine gül mü koklayacaksınız? İlla yatma - kalkma manasında demiyorum, yani onun sizinle ilgilendiğini ya da sizin onunla ilgilendiğinizi düşündüğünüz bu kişiyle daha derin bir muhabbete mi gireceksiniz? Eşini aldatmak illa yatmak mıdır? Başkası ile flört edilince, arada seks olmasa dahi, bu aldatma mıdır yoksa anlık bir heyecan mıdır, adrenalin salgılaması mıdır, insan doğasına göre kendini mutlu hissetmek için bir olay mıdır? Peki ya bu "hafif flört" durumu cinsel temasa dönerse, asıl o zaman mı aldatmış oluruz? Yada olmaz mıyız? (bakınız: Erkekler neden aldatır?)

İnsanın kendini iyi hissetmesi, anlık dahi olsa mutlu olması - cinsel veya değil - bir suç mudur? Acaba eşinize haksızlık mıdır? Peki ama insanoğlu dediğimiz kişi zaten bencil değil midir, herkes kendini düşünmez mi? Böyle bir ilişki, tekrar ediyorum illa da arada seks olmasına gerek yok, yasak ilişki sınıfına mı girer? Eğer öyleyse "niçin?". Tabi ki burada insanların karakterleri, duruşları, dünya ve ahlak görüşleri farklı olduğu için herkes farklı cevaplar verebilir bu soruya, bazılarına göre "zararsız bir kaçamak", bazılarına göre ise "yuh hayvan, ayıp senin yaptığın" olabilir. Ama sonuçta sizin kendinizi nasıl hissettiğiniz önemlidir, eğer hakikaten bu "düşük voltajlı" elektriklenme sizi mutlu ediyorsa, epeydir unuttuğunuz hisleri yaşatıyorsa, sizi gülümsetiyorsa, ve siz kendinize göre "yanlış bir şey" yapmıyorsanız, neden olmasın?

Çocuk mu? Asla !

Durun durun, sakın bu başlığa bakıp ta aldanmayın, çocuklara karşı falan değilim, aksine çok severim. Ama gelin size bir hikaye anlatayım, erkekler neden çocuk istemez veya yarım ağızla ister. Bu hikaye çok yakın çevremdeki erkek arkadaşlarımın eski durumlarından da feyz alarak derlenmiştir. Neyse, az sonra anlayacaksınız.

Erkek neden çocuk istemez? Çok basit, çünkü erkeklerin kendi alışık olduğu bir düzen vardır, anneleri onları pamuklara sarıp büyütmüştür, her dedikleri, hele hele evin en küçük çocuğu ise, yerine getirilmiş ve şımartılmıştır. Bu erkekler büyüdüklerinde de anneleri gibi bir kadın veya eş isterler hayatlarında, tabi evlendikten yada biriyle beraber olmaya başladıktan sonra gerçekleri görürler. Artık özgürlükleri doğal olarak kısıtlanmıştır, her istediği kadınla beraber olamaz artık, her canı istediğinde eski arkadaşlarıyla çıkıp alemlere akamaz veya kafayı çekemez, hatta her istediğinde anasını - babasını bile göremez çünkü artık "" faktörü vardır ve onlar artık "kayın" dır. Kafasına esti mi tıpkı bekarlık günlerindeki gibi gezip tozamaz, illa da zamparalık için değil normal bir gezmeye bile gidemez tek başına veya arkadaşlarıyla, eğer giderse eşinden "zılgıt"ı yer, surat yapılır, ve bir süre ceza olarak "yatak" ona kapanır ! (bakınız: Kadın vermezse)

Her neyse, bunlar aslında gayet doğal "özgürlük kısıtlamaları"dır, çünkü artık bir eşin vardır ve onun haklarına ve duygularına da saygı göstermek gerekir. Adamın karısı illa da baskıcı biri olmasına gerek yok, zaten kadının yaptığı her hareket veya bu konuda söylediği söz bir "kısıtlama" olarak görülecektir erkek tarafından, çünkü hiç böyle şeylere alışık değildir. Dolayısı ile bir süre sonra kadın "kocacığım, artık bizimde bir çocuğumuz olsun, aşkımız meyvesini versin" dediğinde erkeğin kafasında bir anda alarmlar çalacaktır ! Çünkü zaten evlilik başlı başına bir "istediğini yapamama" durumunu doğurmuştur ama şimdi çocuk tam bir esarettir erkek için, yani o anda öyle düşünür. Maddi manevi her bakımdan bir göçmedir, dünyanın masrafı, bezi, bakıcısı, okulu, evlenmesi vs vs hep bunların hesabı yapılır ve bir anda ortaya korkunç bir rakam ve korkunç bir kendini adama olayı çıkacaktır. Artık değil gezme - tozma veya eğlenme, erkek karısını bile doğru düzgün göremeyecek, öpüp koklaşamayacaktır önümüzdeki 20 sene kadar ! Bu da erkeğin doğal olarak hiç işine gelmez, belli bir refleks yaratır. Hatta öyle söylemlerde bulunur ki, bunların bazıları ağır olduğu için sadece arkadaşlarına söyler tabi, bunlar yenip yutulacak türden değildir. Çocuk gürültüsü, şımarıklığı, karı dırdırı (bakınız: Karı dır dırı) vs hep bunlar erkeğin kafasını meşgul eder, ne gerek vardır kurulu düzeni bozmaya, değil mi ama?

Fakat sonunda kadının fendi erkeği yener, nurtopu gibi bir bebeniz olur (bakınız: Çocuk nasıl yapılır?). Tabi kadınlar bu olaya zaten biyolojik olarak taa en başından bağlı oldukları için onların anne-çocuk ilişkisine söyleyecek söz yoktur. Ama taze "baba" olaya geç ısınır, yavaş yavaş alışmaya başlar, kucağına aldıkça, ona dokundukça, onu sevdikçe daha da bağlanır, nede olsa canından - kanından bir parçadır. Yaaa şu çocuk olayı ne güzel bir şeymiş meğerse, keşke daha önce yapsaydık, keşke daha fazla çocuğumuz olsa demeye başlar. Bebeğin zırlaması, altına yapması, mama yerken üstünü başını batırması, ortalığı dağıtması vs bunlar hep ikinci plana itilir, tabi en başlarda biraz rahatsız eder erkeği ama sonradan inanılmaz bir bağ oluşur. Bu babalık bağı tabii ki hiç bir zaman anneninki kadar olamaz, böylesini beklemek zaten hatadır - ama tüm anneler bu hatayı yapar, yani babanın da aynı kendileri gibi düşünmesini ister -. Hele hele çocuk büyüdükçe ve baba ile etkileşime girişince, mesela ilk defa "bab-ba" demesi,  babasına sarılması, ilerde onunla bir çok şeyi beraber yapması, erkeğe inanılmaz keyif verir. Eski günleri düşünmez olur artık, o hani "çocuk mu, asla!" laflarını çoktan unutmuştur, artık amacı ve enerjisi tamamiyle kendi çocuğu olmuştur. Ve bundan sonra düşünmeye başlar: acaba ikincisini, hatta üçüncüsünü ne zaman yapsak diye, tabi imkanlar ve şartlar oluşursa..

İşte böyle, erkeklerin ilk başlarda çocuk olayına tepkili ve ön yargılı yaklaşmalarına bakmayın, onlar sadece kendi rahatlarını korumaya çalıştıklarını zannederler ama o anda bilmezler ne kadar güzel bir şey olacağını. Oysaki kadınlarda zaten bu his doğuştan genetik olarak bedeninize işlenmiştir, bir ses size küçüklüğünüzden beri "çocuk yap !" demektedir. Aynı sesi erkeklerin duymasını beklemeyiniz lütfen, erkekler ancak "baba" olduklarını anladıklarında bu sesi içlerinde duyacaklardır. Lütfen o yüzden sevgilinizi yada kocanızı mazur görünüz.

Seks mi, o da ne?

Kadın ve erkek, iki sevgili, ve belki de karı - koca, veya sadece partner. Sonuçta mutlu - veya az mutlu - bir beraberlik içindeler veya böyle bir yola baş koydular. İlk başlarda tanışma ve yakınlaşma faslından sonra iş kızışmaya başladığında eninde sonunda bir yatak muhabbeti olacaktır. Haaa, illa ki yatakta olacak diye değil, salon veya banyoda da olabilir ama adı böyle: yatak muhabbeti.. Bu çok intim bir an, özel bir an, ilk beraberlikleri, ve her şey mükemmel, veya mükemmele yakın, tamam peki iyi olsun, mükemmelden vazgeçtim. Tabi bu normal, sonuçta ilk heyecan aralarında, ilk vücut teması.. Her ne kadar daha önce onlarca veya yüzlerce kişiyle beraber olmuş olsalar dahi bu onların "ilk" intim anı...

Her şey çok iyi, çok uyumlu, muhteşem. Fanteziler konuşuluyor (bakınız: Fantezilerimiz), hatta deneniyor. Bazıları enteresan, bazıları muhteşem, bazıları ise diğerinin hoşuna gitmiyor. Ama olsun, sonuçta fantezi fantezidir ve elbet bir renk katar ilişkiye.. Ne güzel anlar o anlar, hiç bitmesin isteriz, bu ilişki ve intim temas hep sürsün isteriz, yada sadece birimiz ister bunu..

Aradan zaman geçer, bazı şeyler rutinleşir, artık karı - koca olmuşsunuzdur yada birlikteliğinizde her şey "olağan" olmuştur. Diğer tüm şeylerin yanında yatağınız da artık "rutin" olmuştur, artık beraberlik sayısı gittikçe azalmaya başlamıştır: önce gün aşırı, sonra haftada bir, sonra ayda bir, hatta daha da vahimi olabilir, yani bir kaç ayda bir. Artık fantezilerinizde tükenmiştir, izlediğiniz (daha doğrusu erkeğin izlediği) "jaaa, schnel, fantastisch" tipi filmlerden öğrendiğiniz numaralar da işe yaramayacaktır. Bunun en büyük nedeni ise kadından kaynaklanmaktadır ! Neden mi? Çünkü genelde erkek hep seksi düşünür, genelde aklında ondan başka bir şey yoktur (herhalde kafası boş olduğu için), oysa ki kadının çok işi vardır, eğer kurumsal ise bir sürü toplantısı ve sunumu vardır, eğer serbest meslek ise ev işleri veya çocuk vs gibi şeylerle uğraşmaktadır ya da kafasını bunlara patlatmaktadır, dolayısı ile sizin cinsel isteklerinize ve fantezilerinize artık ayıracak zamanı yoktur !

Eeeee, ne anladınız bu işten? Kabak size patladı, elinizde kaldı, hadi bakalım burdan yakın şimdi. Eşinizi seks için kandırmaya veya onu kıvama getirmeye çalışsanız size "öfff ya aklında seksten başka bir şey yok" der, hiç üzerine gitmeseniz bu sefer de "ne o, bana hiç yanaşmıyorsun, yoksa başka kadınlarla ilişkin mi var?" der. Yani her halükarda şansınız yok, her zaman paparayı yersiniz eşinizden, ve sonuçta yine elinizde kalır... Eğer ola ki gözünüz biraz dışarı kaysa, şöyle yanınızdan geçen güzel bir hatuna baksanız veya yemekte yan masada oturan güzel vücutlu bayanın göğüs dekoltesine gözünüz takılsa yandınız. E tamam da benim suçum ne? Ben beraber olmak istiyorum ama sen "vermiyorsun" (bakınız: Kadın vermezse), e ben ne yapayım, bana da yazık değil mi, ben insan evladı değil miyim? Ben erkek değil miyim? Bu yaşta cinsi eğilimlerimi değiştirip hem cinslerime mi kayacağım yoksa kendi kendime erken andropoza mı gireceğim? Ne yapayım hadi söyle bakalım... (bakınız: Erkekler neden aldatır?)

Sonuç olarak sevgili baylar, seks ve fantezi iyidir ama bir yere kadar, bir süre sonra maalesef uçkurunuzu tutmak, isteklerinizi bastırmak yada bunları belli etmemeniz lazım. Yoksa yanarsınız suçsuz yere. Benden söylemesi...

28 Ocak 2012 Cumartesi

Ah o son buluşma.. Son konuşma..!

Nasıl da koşarak gidersin yanına duymak istediklerini söylemesi için! Son ana kadar nasıl beklersin sarılsın da her şey çözülüversin diye..! Elin eline uzanmak ister uzanamazsın.. Gözlerine bakmak istersin kaçırır senden gözlerini.. Sonra başlar konuşmaya.. Kırıldığını anlatır senin kırgınlıklarını hiçe sayarak.. ‘Neden daha önce söylemedin’ dersin ‘ Anlamanı bekl...edim’ der senin gecelerce düşünceden düşünceye nasıl koştuğunu, içini ezen duygularla nasıl kıvrandığını bilmeden.. Sonra bahaneler başlar.. Seni kırmak istemediğinden bahseder, o an orda nasıl paramparça olduğunu görmezden gelerek.. Günlerdir büründüğü suskunlukla seni kıvrandıran o değilcesine, hissettirdiklerini bilmezcesine seni güvensizlikle suçlar..
Sen mi? Sen kalakalırsın boğazında düğümlenen cümlelerle.. İçindekileri az çok anlatırsın.. Vedalaşırsın ve son buluşma orda ‘son’a erer..

İşte asıl düşünceler bundan sonra başlar.. Orda konuşulanlar satır satır ezberine kazınmıştır ve her fırsatta zihnindeki torbadan çıkarıp tekrar tekrar yaşarsın o anları.. Ne anlatmak istediklerini anlatabilmişsindir ne de yüreğini hafifletebilmişsindir.. Ama bil ki o konuşma saatler de sürse yetmez içinde birikenleri ona anlatmaya..
Orda o konuşma fiilen bitmiştir ama sen günlerce onunla konuşmaya devam edersin, onun duymamasına ya da hiç bilmeyecek olmasına aldırmadan..
Gün gelir kızarsın, öfke doludur ona kurduğun cümleler..
Gün gelir özlersin, buram buram hasret kokar kelimeler..
Gün gelir kendine kızarsın, ona hak verirsin..
Gün gelir..
Gün gelir susarsın bu defa..
Sırf onu duyabilmek için susarsın..
Sırf kulaklarından silinen sesini hatırlamak için susarsın...
Artık bekleme zamanıdır..
Son gün söylediklerinin içinden güzel olan birkaç kelimeyi cımbızla çeker, onları umut edinirsin kendine..Ve hiç gelmeyecek olanı, senin onu özlediğin gibi onun da özlemesini umut ederek beklersin..

İşte gözünü sevdiğim aşk böyle bir çaresizliktir bir kez daha anlarsın…

Not: Facebook'tan Ocak 2012'de alınmıştır ve taslak olarak tutulmuştur, ancak şimdi yayına verilmiştir.